Bir rüya gibi geçiyoruz bu hayatın sınırlarından.
Hızla geçişler oluyor her evresinde.
Henüz bebekliğin ağlayışlarına doyamadan çocukluğun tepinmeleri, daha ben çocuğum diyemeden gençliğin efkârı sarıyor başımızı. Dağların başındaki dumanlar gibi.
Ve gençliğimiz çar çur oluyor avuçlarımızda. Henüz benliğimizi çözemeden kayıp gidiyor en güzel yaşlarımız.
Bir bakıyoruz ki son durağa varmak üzere olan bir trenin en geride kalmış yolcuları gibi bizler ve etrafımızda gördüklerimiz birer birer iniyorlar sıraları geldikçe.
O an yaşlandı bu artık, geçimsiz oldu, çağın gerisinde kaldı sözleri çınlıyor kulaklarımızda.
Umursayanların dünyada nasıl acı çektiklerini her akşam haberlerde izliyoruz. Her biri ibret abidesi gibi dikiliyor karşımıza.
Kimi gençliğini verirken bu dünyanın uğruna kimi heveslerini, ümitlerini, heyecanlarını satılığa çıkarmış; güneşin önünde buz satan tüccar gibi. Bağırışmaları faydasız çünkü eriyor sermayesi.
Demişti ya üstad kısakürek “çok umursamayın bu dünyayı ne de olsa içinden canlı çıkamayacaksınız” diye.
Ne güzel anlatmıştı dünyaya dair tüm heveslerimiz yerle yeksan ederken. Han olduğu düşmüştü bir daha hatıramıza.
Anlamıştık yolcu olduğumuzu ve sadece bir duraktan ibaret bu dünyanın masalını.
Dünya kimin umrunda? Eğer senin umrundaysa kıymetli olur! Bil ki sen sadece bir yolcusun ve azığından fazlası sana yük olur. Yorar, bıktırır, usandırır. Ama yetmez. Doyurmaz, mutlu etmez.
Ama bilirsen bu hân’ın serencamını o vakit huzurun da saadetin de efendisi olmuşsundur.
Dünyayı geçecek kadar sevip ahirete hazırlananlara selam olsun.