İnsanlara en büyük numune olan Hz. Peygamber diğer vasıfları şunlardır.
Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- buyurdular:“Ben Muhammed’im ve Ahmed’im.
Ben o Mâhî’yim (Mahvediciyim) ki, Allâh benim nübüvvetimle küfrü bertaraf edecektir.
Ben o Hâşir’im ki, (haşrolucuyum) ki kıyamet gününde insanlar beni takip ederek diriltileceklerdir.
Ben Âkıb’ım, (sonradan gelen) Hâtemü’l-Enbiyâ’yım, benden sonra hiç kimse nebi olmayacaktır.” (Buhârî, Menâkıb, 17; Müslim, Fedâil, 125)
“Şüphesiz ben, size gönderilen emin bir peygamberim.” (eş-Şuarâ, 107) buyurdukları bildirilmektedir.[3]
Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hakkında söylenen “Muhammedü’l-Emîn” tâbiri, müşriklerin de dillerinden düşmezdi. Nitekim onlar kendi yandaşlarına değil, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e güvenip emânetlerini teslîm ederlerdi. Hattâ hicret edeceği zaman dahî, Hazret-i Peygamber’in yanında müşriklerin birtakım emânetleri vardı. Peygamber Efendimiz, ölüm tehlikesine rağmen Hazret-i Ali’yi Mekke’de bırakıp onları sâhiplerine teslîm ettirmişti.
El-Emîn vasfı, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in âdeta ikinci bir ismi olmuştur. Nitekim Fahr-i Kâinât Efendimiz 25 yaşına geldiğinde Mekke’de sâdece el-Emîn (en emniyetli kişi) ismiyle çağrılıyordu.[4]
Kâbe hakemliği esnâsında O’nun geldiğini görenler “el-Emîn geliyor!” diyerek sevinmiş ve her hususta kendisine îtimâd ederek O’nunla istişâre etmişlerdir. Uğrunda canını, malını ve her şeyini fedâ eden ashâb-ı kirâm kadar, O’nun canına kasteden hasımları da Peygamber Efendimiz’in emînliği hilâfına bir şey söyleyememişlerdir. Aşğıdaki Ayet-i kerimelerde ifade buyurulduğu gibi Allaha Azze ve Celle Resulünün bir çok vasıflarını bizlere ferman buyurmuştur. “Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici (Beşir) ve (Allah azabıyla) korkutucu (Nezir) olarak gönderdik.” (Sebe, 34/28).
“Biz seni başka bir maksatla değil, âlemlere rahmet olmak üzere gönderdik.” (Enbiyâ, 31/107);
“Ey Peygamber! Biz seni, bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle Allah’a davet eden bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb, 33/45-46
O, Kur’ân-ı Kerim’de kendisi için söylenen, “Şüphesiz ki sen yüce bir ahlâka sahipsin.(Kalem Sûresi 68/4.) Âyet ifadelerinin hayat aynasına yansıyan kusursuz bir görüntüsünden ibaretti. Cesur bir mümin idi.
Cesur idi.
Medine‘de müşriklerin saldırılarının konuşulduğu bir dönemde, bir gece bir ses duyuldu. Resûlullah (sav), herkesten önce bir ata atlayarak gidip durumu öğrendi ve endişeli bekleyen ashabına, korkulacak bir hal olmadığını söyledi. (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi-8406, K.S.15/367)
Kibar ve nazik idi
Çok kibar ve nazikti. Kullanmak üzere sahabenin fakirlerine verdiği arazi sahiplerinin, Müslüman olması üzerine, arazilerin asıl sahiplerine verilmesi gerekiyordu. Resûlullah (sav), büyük bir mahcubiyet ve genç kız utangaçlığı içinde durumu sahabeye iletebildi. (Ebu Davud-6212)
Emsalsiz affediciliği
Sevgili Peygamberimizin ne büyük bir affediciliğe sahip olduğunu anlamak için mübarek hayatından birkaç sahneyi seyretmek yeterli olacaktır. Bunlardan birisi Tâif seyahatinden hemen sonra yaşanan sahneydi. Hz. Muhammed aleyhisselâm, uzun yıllar boyunca yaptığı kurtuluş çağrısına Mekkelilerin alay, hakaret ve işkenceyle karşılık vermesi üzerine Tâif’e gitmişti. Belki Müslüman olurlar ve İslâm nuru onların vasıtasıyla gönüllere girer ümidiyle gittiği Tâif’te maddî
ve manevî ağır hakarete uğramış, şehirden kovulup taşlanmıştı. Tâif’ten son derece üzgün bir şekilde Mekke’ye dönmekte olan Peygamberimiz aleyhisselâm’a Yüce Rabbimiz, Cebrâil’i ve dağlar meleğini göndermişti. Onlar, eğer isterse, kendisine eziyet edenleri, üzerlerine iki dağı kapatıp yok edebileceklerini söylediler. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Rasûl ise engin merhamet ve affını gösterip onlara şöyle karşılık verdi:
“Ben onların yok edilmesini istemiyorum. Çünkü onların soylarından yalnız Allah’a ibâdet eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan muvahhid bir neslin yetişeceğini ümit ediyorum. Hz Peygamber sadece Müslümanların değil akıl ve vicdan sahibi insanların dahi hayran kaldığı ve takdir ettiği yüce bir mertebeye sahiptir örneğin Prens Otto Von Bismarck Almanya’nın ilk başbakanı HZ. MUHAMMED (S.A.V.)’e hitaben der ki:Seninle aynı devirde yaşayamadığım için Ey Hz. Muhammed s.a.v derdim çok büyüktür. Öğreticisi ve müjdeleyicisi olduğun bu yüce kitabın senin olmadığı aşikârdır. Bu yüce yaratıcınındır. Kur’an-ı Kerim’i inkar etmek, müspet ilimleri reddetmek kadar gülünç ve saçmadır. İnsanlık senin gibi seçkin bir yeteneği bir defa görmüş, bundan sonra bir daha da göremeyecektir. Yüksek huzurunda, çok derin bir saygıyla eğilirim.
İşte Allah’ın Elçisi böyleydi. Ömrü boyunca Kur’ân’ı yaşanan hayata aynen aksettiren billur bir ayna olarak yaşadı. Kur’ân’ın bu en güzel aynasında sünnet ve sîretin muhteşem görüntüleri yansımaya devam ettikçe; yani insanlık onun sünnetini ve sîretini kendisine rehber edinmeyi sürdürdükçe Hz. Muhammed aleyhisselâm daima insanlığın yegâne kurtarıcısı olarak kalacaktır.
Öyle bir hayat yaşadın ki, her bir davranışın insanlığa örnek ve numune bütün anlaşmazlıklarımıza hakem… Hikmet dolu sünnetin ve hadislerin ve uygulamaların, bütün çaresizliklerimize çözüm… Nakış nakış erdemle süslü lekesiz hayatının parlaklığı asırlar öncesinden günümüzü aydınlatıyor; incinmeye ve incitmeye asla razı olmayan nurlu kalbinle her dem ışık tutuyorsun yolumuza… Mazi, hal ve istikbalimizi kuşatan değerli sözlerin kardeşliğimizi pekiştiriyor. Sevincimizle seslenen, hüznümüzle hüzünlenen Kutlu Nebi! Kuraklıktan çatlayan topraklar yağmura nasıl hasretse, Sana öyle hasretiz… İnleyen hastalar sabahı nasıl beklerse, Sana öyle bekliyoruz. Dünyada küfre ve zülme ve cehalete karşı en büyük devrimini gerçekleştiren en büyük devrimciye layık bir ümmet olma ümidiyle yazımızı şairin sözleri bitirelim
Vicdanlar, sakat çıkmadan,
Ya MUHAMMED, yarına;
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Adem oğullarına!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itri, bestelesin Tekbir’ini;
Evliya okusun Kur’an’lar!
Ve Kur’an’ı göz nuruyla çoğaltsın
Kayışzade Osman’lar!
Naatını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
Gel, Ey MUHAMMED, bahardır.
Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır! ..
Hacdan döner gibi gel;
Mirac’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Arif Nihat Asya