“Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur.Buna rağmen yüz çevirirlerse de ki: “Allah bana yeter, O’ndan başka ilah yoktur, ben yalnız O’na güvenip dayanırım; O, büyük arşın sahibidir.” TEVBE 128-129
17 ekim pazarı 18 ekim pazartesiye bağlayan gece peygamberimizin(sav) dünyaya teşriflerinin 1450’inci yılını idrak ettik. Bu sebeple hem Türkiyede hemde dünyanın bir çok yerinde çeşitli program ve etkinlikler düzenlendi, hala da düzenlemeye devam etmektedir, elhamdülillah…
Bu yılki Diyanet İşleri Başkanlığının Peygamber Efendimizi(sav) anma etkinliklerinin ana teması vefa oldu. Çok da güzel oldu. Peygamber efendimizin(sav) başta fedakar eşi hz. Hatice annemize olan vefası anlatıldı. Sonra annesine olan vefası, amcasına olan vefası, süt annelerine karşı olan vefası, ona dadılık yapan kişilere olan vefası üzerine, bir çok olay anlatıldı. Çok güzel şekillerde işlendi.
Peygamber efendimizin(sav) en çok üzerine titrediği şey ümmetiydi. Dünyaya gözlerini açar açmaz; ümmetim ümmetim dediğini, yine bütün peygamberlerlerin Allah’a büyük bir duada bulunduklarını, ama peygamberimizin bu hakkını ahirette sakladığını, bunu ümmetinin günahlarının bağışlanması için yaptığını rivayetlerden biliyoruz.
Yukarıda verdiğim Tevbe Suresi 128’inci ayet mealinden de peygamber efendimizin(sav) ümmeti üzerine ne kadar düşkün olduğu, ne kadar şefkatli ve merhametli olduğu, Allah’ın şahitliğiyle, apaçık olarak görülmektedir.
Peki peygamber efendimiz bize bu kadar vefalıyken, biz ona ne kadar vefa gösteriyoruz acaba..?
Onun gece gündüz demeden çalışıp, binbir türlü eziyet ile bizi ulaştırdığı dinine, sünnetine ne kadar sahip çıkıyoruz?
Günlerce aç kaldı. Evinde aylarca yemek pişmedi. Su ve hurmayla idare etmişti. Bazen onu bile bulamadığı olmuştu. Evde yiyecek bir şey olmadığından, ben bu gün niyetliyim diye oruç tuttuğu günler oldu. Hendek kazan sahabeler, ya Resulallah! Açlıktan karnımıza taş bağladık dediklerinde, kendisinin karnının üzerine iki tane taş olduğunu göstermişti onlara. Taif’e islamı tebliğ için gittiğinde onu taş yağmuruna tutmuşlar, mübarek başından ayaklarına kadar kanlar içinde kalmıştı.
Tüm bu eziyetlere neden katlanıyordu? Bu mübarek din bize ulaşsın diye… Hidayet yolunu bulalım, cehalet karanlığında bocalamayalım diye…
Biz ne yaptık? İbadet etmekten ayakları şişen peygamberin, uyumaktan gözleri şişen ümmeti olduk.
Sünnetine sahip çıkmadığımızdan, bizden önceki kavimler gibi, dünyaya bağlanıp, menfaatimize geldiği gibi davrandığımızdan, belalar ve musibetler üzerimize yağdı.
Yani bize bu kadar vefalı olan yaratılmışların en şereflisine karşı, maalesef biz vefasız olduk. O yüzden çıkmazlarda bocalayıp duruyoruz…