Geçen Pazar günü, bilindiği üzere Kürdistan Bölgesi başkenti Erbil’e füze saldırısı yapıldı. Saldırıyı üstlenen İran devrim muhafızları, İran’ı tehdit eden MOSSAD’a ait Erbil’de bir merkezi vurduğunu açıkladı. Atılan füzeler hedef alınan yeri çökertmesinin yanı sıra birçok eve ve K24 televizyon binasına da zarar verdi, bazı vatandaşların yaralanmasına sebep oldu. Halkın büyük korkular yaşamasına, tedirgin olmasına yol açtı.
Mossad ve ABD gibi küresel haydutların coğrafyamızda konuşlanması, içimizde kurdukları merkezler üzerinden İslam dünyasına kan kusturmaları bizim için bir dert. Yüz yıldan fazladır, Kürdistan coğrafyasının hala çatışama sahası, Kürtlerin de çatışma aracı olarak kullanılması bir başka dert
Ateş düştüğü yeri yakar kaidesince bu saldırı daha fazla Kürdistan Bölgesi yönetimi ve halkını rahatsız etti. Aynı zamanda bu, hem Kürdistan hükümeti ve yönetimine karşı hem de Irak’a karşı hukuk ve egemenlik ihlaliydi ve uluslararası devletler hukukuna da aykırıydı.
Ama benim üzerinde durmak istediğim konu bu değildir. Üzerinde durmak istediğim konu şudur:
Her ne zaman Kürtler veya Kürdistan coğrafyasının söz konusu olduğu bir gelişme yaşansa kendini Kürtperver diye pazarlayan Kürt-İslam düşmanları hemen bunu fırsata çevirerek Kürtlerin dinine saldırmaya başlıyorlar. Erbil’e yapılan bu saldırı hakkında yorum yapan birileri “Türkler de Araplar da Farslar da din ile bizi aldattılar, kardeşiz dediler ve tüm haklarımızı elimizden aldılar. Madem öyledir dininizi istemiyoruz, kardeşliğinizi istemiyoruz, dininiz sizin olsun, biz Kürdüz ve Kürtlüğümüzü istiyoruz, gelin hepimiz Kürt olalım” diyerek bir daha Kürtleri İslam’dan vazgeçmeye çağırdılar.
Bunlar Kürdün siyasi mağduriyetini akidesi ile çatıştırmaya çalışıyorlar.
Ama aynı suçlamayı demokrasi için yapmıyorlar. Oysa Türkiye devletinin üzerinde kurulduğu esaslardan biri demokrasidir. Kürtlere yönelik iyi bir adım atmayan tüm iktidarlar da kendi anlayış ve eylemlerini “en iyi demokrasi” diye nitelendiriyorlar. Türklerin dini bize lazım değildir diyen Kürtlerin içindeki bu zararlı unsurlar bir gün “Türklerin demokrasisi bize lazım değildir” demediler. Tam aksine Türk, Arap ve Farslardan daha fazla demokrasiye vurgu yapıyorlar ve kurdukları her siyasi partinin isminde bazen “demokratik” bazen “demokrasi” kelimesi vardır.
Bu çağrıyı yapanların derdi Kürtlerin iyiliğini istemek falan değil, Kürtleri dünyevi ve siyasi haklardan mahrum bıraktıkları gibi Allahtan ve ahiretten de mahrum bırakmak ve bu mahrumiyeti, her türlü imkânı kullanmak suretiyle tüm Kürtlere yaymaktır.
Bu tür kişilerin Kürtlere karşı samimiyetsizliği aslında konuştukları dile de yansıyor. Çünkü bunların çoğu doğru dürüst Kürtçe konuşamıyorlar. O gün Twitter sohbet odasında konuşan birini dinledim. Yarı Türkçe yarı Kürtçe kelimelerle, tam telaffuz edemeyecek kadar Kürtçenin tabiatından uzak, bozuk bir ağız yapısı ile zorlana zorlana konuşuyordu. Günlük hayatında Kürtçeye hiç önem vermediği ve Kürtçe konuşmadığı besbelliydi. Bu türleri sadece Kürtlere siyasi mesajlar vermek istedikleri zaman Kürtçe konuşmaya çalışıyorlar.
Bunlar “Marksistler Müslümanlardan daha iyidirler, çünkü onlar haklarımızı savunuyorlar” tezini işleye işleye Kürtlerin içinde Marksist-komünist bir tabanın oluşmasına sebep oldular. İslam’ın kendisine savaş açtığı Marksizm dâhil tüm inkârcı-şirk düşüncelerin normal karşılanması, sevilmesi ve yayılması için öncü rol aldılar.
Ama Müslüman kavimler için hiçbir bağ İslam kardeşliğinin yerini tutmaz.
Bu hakikati büyük İslam şairi Muhammed İkbal çok güzel bir şekilde formüle etmiştir: “En kötü Müslüman dahi en iyi kâfirden daha iyidir.” Yani en iyi kâfir dahi en kötü Müslümandan kadar iyi olmaz.
Bizleri hidayet nuruyla aydınlattığı için Allah’a hamdolsun.