HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, “Asgari ücretin artırılması ya da vergi alınmaması bir lütuf değildir.” diyerek asgari ücretliden vergi muafiyetinin, anayasal hüküm haline getirilmesi çağrısında bulundu.
HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, geldiği İstanbul’da temasları kapsamında basın mensuplarıyla bir araya geldi, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu, gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Toplantıya iştirak eden basın mensuplarına teşekkür ederek konuşmasına başlayan Yapıcıoğlu, memleketin 7 coğrafi bölgesini ziyaret ettiklerini ve ziyaretlere devam edeceklerini belirtti.
Halkın gündeminde yoğun olarak ekonomik sıkıntıların olduğunu söyleyen Yapıcıoğlu, “Siyasetin gündemini takip etmeye çalışıyoruz ama ilk teşhis şu, siyasetin gündemiyle halkın gündemi arasında bariz fark oluşmuş. Maalesef basının gündemi de halkın gündemine çok yakın değil. Her gün pek çok televizyon kanalında tartışmalar devam ediyor ama halkla kurduğumuz temaslarda halkın çok da oralı olmadığını, o konularla fazla ilgilenmediğini yakinen müşahede ediyoruz. Halkın gündeminde yoğun olarak ekonomik sıkıntılar var.” dedi.
“Asgari ücretliden vergi almak çok büyük bir ayıptır”
Siyasetin gündeminde asgari ücret olduğunu belirten Yapıcıoğlu, “Biz yola çıktığımız günden beri yani HÜDA PAR’ı kurduğumuz 2012 yılından beri asgari ücretle ilgili olarak mütemadiyen şunu söylüyoruz; diyoruz ki önce ilk düğmeyi doğru ilikleyelim. Malumunuz Asgari Ücret Yönetmeliği diye bir yönetmelik var ve o yönetmelikte asgari ücret sadece işçinin ihtiyaçları günün fiyatları üzerinden yetecek ücret olarak tarif ediliyor. Yani asgari ücretin tarifinde işçinin ailesi, bakmakla yükümlü olduğu aile fertleri yok. Vatandaş soruyor ‘Kiralar uçmuş, gıda enflasyonu yüzde 30’un üzerinde hatta bazı kalemlerde yüzde 100’e yaklaşmış, bu şartlar altında ben çoluk çocuğumu nasıl geçindireyim?’ Buradan siz değerli basın mensupları aracılığıyla vatandaşıma sesleniyorum; çoluk çocuğunuzun hesabını, asgari ücretin tarifi yapmamış, çoluk çocuğunuz bu hesaba dahil değildir. O yüzden başta hükümet olmak üzere bütün siyaset kurumuna sesleniyorum diyorum ki, gelin önce asgari ücretin tanımı üzerinde anlaşalım ve asgari ücretlinin ailesini de bu tanımın içine dahil edelim.” ifadelerini kullandı.
Asgari ücretliden vergi muafiyetinin tartışıldığına işaret eden Yapıcıoğlu, “10 yıla yakındır mütemadiyen söylediğimiz hususlardan bir tanesi şudur, asgari ücret tamamen vergiden arındırılmalıdır. Zaten asgari ücretli, kazancının önemli bir kısmını harcarken vergisini veriyor. Çünkü Türkiye’de toplanan her 3 lira verginin 2 lirası dolaylı vergidir; yani harcanırken ödenen vergilerdir. Bütçenin de ağırlığını bu dolaylı vergiler oluşturuyor. Siz asgari ücretliden stopaj usulüyle kaynağında herhangi bir kesinti yapmasanız da gelir vergisi almasanız da harcarken zaten vergi veriyor. Bugünün şartlarında açlık sınırının altına düşmüş olan asgari ücretliden vergi almak, karnını doyuramayan insandan vergi talep etmek çok büyük bir ayıptır.” diye konuştu.
“Asgari ücretliden vergi alınmayacağını anayasal hüküm haline getirelim”
Yapıcıoğlu, “Asgari ücretin vergiden arındırılmasıyla ilgili olarak HÜDA PAR olarak teklifimiz şudur; gelin asgari ücretliden vergi alınmayacağını anayasal hüküm haline getirelim. Hatırlarsınız 2012 yılında Meclis’te bir anayasa uzlaşı komisyonu kurulmuştu ve bu komisyon 60’a yakın maddede anlaşmıştı. Anlaştığı maddelerden bir tanesi de asgari ücretliden vergi alınmamasıydı. Özellikle o gün mecliste bulunan 4 siyasi partiye bu bugün Meclis’te grubu bulunan diğer siyasi partilere de sesleniyoruz diyoruz ki, o gün Meclis’te bulunanlar bu konuda anlaştılarsa bunu millete verilmiş bir söz olarak kabul ediyoruz ve millete verdiğiniz sözü lütfen yerine getiren diyoruz. Asgari ücretin artırılması ya da vergi alınmaması bir lütuf değildir, asgari ücret insani bir ücret haline getirilmelidir ve bu zorunlu olarak yapılması gereken bir görevdir.” diye konuştu.
“En stratejik sektör tarım sektörüdür”
Memleketin gündeminde olan ekonomik sorunlardan bir tanesinin de hükümetin takip ettiği tarım politikaları olduğunu belirten Yapıcıoğlu, “Özellikle çiftçilikle geçinen vatandaşlar, tarımsal üretim yapmak için yapmak zorunda oldukları harcamaların aşırı derece yükseldiğinden şikâyet ediyorlar. Çiftçi bir hazine gibi görülmeli ve mutlaka korunmalıdır. Tarımsal girdi fiyatlarının artması nedeniyle çiftçi asla zarar etmemeli ve tarımsal üretim yapmaktan vazgeçmemelidir. Tarımsal üretimin azalması durumunda tarımsal ürünlerin sıfır vergi ile ülkeye girişini sağlamak çözüm değildir. Kısa vadede bu fiyatları aşağıya çekme noktasında bir faydası varmış gibi görünse de uzun vadede çiftçiye zarar verirse fiyatlar daha büyük oranda artacaktır. Çiftçi asla zarar ettirilmemeli ve toprağını işlemekten ya da hayvan yetiştirmekten vazgeçmemelidir. En stratejik sektör tarım sektörüdür. Eğer siz yeterince üretim yapamazsanız, tarım konusunda kendi kendinize pozisyonunuzu kaybederseniz gün gelir sizleri açlıkla terbiye etmeye çalışırlar. Bu nedenle çiftçi ve tarımsal üretim yapan herkes her türlü desteği hak ediyor. Mutlaka tarım politikaları gözden geçirilmeli. Çiftçinin ayakta kalması için ne gerekiyorsa mutlak surette yapılmalıdır.” dedi.
Yapıcıoğlu, “Bu kapsamda da hükümete bir çağrımız var, bir önerimiz var; nasıl köylere öğretmen ve imam gönderiliyor ise tarımsal üretim yapan vatandaşlarımıza ihtiyaçlarını karşılamak üzere onlara yol göstermek üzere her köye bir ziraat mühendisi ya da hayvancılık ile uğraşıyorsa bir veteriner atanmalıdır.” diye ekledi.
“Toplumsal bir cinnet hali yaşıyoruz”
Son günlerde Türkiye’de acı olayların yaşandığına işaret eden Yapıcıoğlu, Mimar Başak Cengiz’in hiç tanımadığı bir insanın kılıçlı saldırısında katledildiğini, 20 yaşındaki bir gencin de anne babasını öldürdükten sonra intihar ettiğini hatırlattı.
Yapıcıoğlu, “Tabiri caiz ise toplumsal bir cinnet hali yaşıyoruz. Sadece bu olayların magazin yönlerini alıp, bunun altında yatan sebepleri, bu olayları doğuran nedenleri ortaya koymaysak, bunun üzerine kafa yormazsak korkarım ki benzer olayları daha çok yaşayacağız ve onların üzerinde daha çok konuşacağız. Öncelikle siyaset kurumlarına, siyasi partilere ve onların liderlerine seslenmek istiyorum: Lütfen dilinizi yumuşatın. Siyasetin üslubunu bu kadar sert bir hale getirmeyin. Lütfen fazladan birkaç oy alacaksınız diye vatandaşı germeyin, toplumu birbirine karşı kışkırtmayın, kutuplaştırmayın. Buradan tekrardan siyaset kurumuna ve akademi çevrelerine, bütün ilgili kişilere ve kurumlara sesleniyorum: Lütfen bu olayların altında yatan sebepleri iyice araştıralım. O anne ve babasını öldüren gencin niçin o hale geldiğini iyice düşünelim. Ya da hiç tanımadığı bir kadını sadece rahatlamak için öldürdüğünü söyleyen bir katilin, parçalanmış bir ailenin sonucu olduğunu görelim. Basının ve televizyonların reyting uğruna yanlış yayın politikalarının toplumumuzu ne hale getirdiğini lütfen görelim ve manevi eğitiminin ıskalanmasının bizi nerelere kadar götürebileceğini de idrak edelim.” değerlendirmesinde bulundu.
Yeni anayasa çalışmaları
Yeni anayasa ile ilgili açıklamalarda bulunan Yapıcıoğlu, “Her bir partinin kendi anayasa taslağını ortaya koyup, benim isteğim budur gelin biz bunun üzerinde tartışalım demesini biz doğru bulmuyoruz. Önce doğru bir usul tespit emek gerekir. Bu konuda usul esasa takaddüm eder onun önüne geçer. Anayasayı nasıl değiştireceğiz veya temel ilkelerimiz neler olmalı? Bunu konuşmak üzere siyasi partiler bir masanın etrafında bir araya gelmelidirler. Ama her bir parti kendi kırmızı çizgisini kesin olarak masanın üzerine koyup eğer bunlar yoksa bende yokum diyorsa bu, ‘biz anayasayı değiştirmek için bir araya gelmeyi istemiyoruz ve her ne kadar şikayetçi gibi görün sekte aslında biz 12 Eylül cunta anayasasıyla idare edilmekten şikayetçi değiliz, biz bu anayasayla devam etmek istiyoruz’ demektir.” dedi.
“Süresiz nafaka ve genç evlilik konusu çözüme kavuşturulmalı”
Çokça şikâyet edilen hususlardan bir tanesinin de süresiz nafaka ve genç yaşta evlenen ailelerin mağduriyeti olduğunu dile getiren Yapıcıoğlu, “Dün de İstanbul İl Başkanlığımızda bizi ziyarete gelen bazı mağdurlar vardı. Pandemi şartları nedeniyle cezaevinden çıkan evine gelen bir genç baba, eşi ve üç çocuğuyla beraber gelmişti. Gerçekten söyledikleri çok çarpıcıydı. Dedi ki, ‘Başkanım, ben şu anda kanunen bir sapığım! ve benim yanımda duran eşim de benim mağdurum! Devlet bana istismarcı diye ceza verdi ama beni cezaevinden saldığında ben de güya mağdurum olan kadının evine gittim! Bu nasıl bir mantıktır? Bu nasıl bir uygulamadır? Bu benim eşim ve 3 tane ortak çocuğumuz var. Ben şimdi dönüp geriye bakıyorum; yıllarca cezaevinde yattım, pandemi şartları biterse tekrar cezaevine gideceğim ama yine de diyorum ki ben iyi ki bu kadınla evlenmişim, çocuklarımız olmuş. Ben yaptıklarımdan pişman değilim, yaptığım yanlış değildi ama devlet hala sapık olarak veya çocuk istismarcısı olarak damgalamaya devam ediyor.’ Bu ciddi bir yaradır, mutlak surette çözüm bulunmalıdır.” şeklinde konuştu.
Yapıcıoğlu, şöyle devam etti:
“Sadece birkaç ya da birkaç gün evli kaldığı halde yıllarca nafaka ödemek zorunda insanlarda çok ciddi şikayetlerini dile getirmektedirler. 5. Yargı Paketinde ileriye doğru atılmış olumlu adımlar var. Mesela çocuk haczinin kaldırılıyor olması, icra memurları vasıtasıyla çocukların haczedilmekten kurtarılması önemli bir adımdır ama bazı çocukların babalarının sevgisinden mahrum bir şekilde yaşamalarına devam edecek olması görülmemiştir ve yargı paketinde mutlaka bu soruna bir çare aranmalıdır diye düşünüyoruz. Bu konuda da başta Sayın Adalet Bakanı olmak üzere bütün ilgililere ve Sayın Cumhurbaşkanına çağrıda bulunuyoruz bu sorunun bir an önce çözülmesi gerekir.”
Mülteci sorunu
Konuşmasının ardından mülteci sorunu ile ilgili sorulan bir soruyu cevaplandıran Yapıcıoğlu, “Mülteci sorununa bir kaç farklı açıdan yaklaşmak gerekiyor. Birincisi mülteciler açısından, onlarında memleketlerinin yıkıldı, malumunuz olduğu üzere Suriye’de 2011 yılının mart ayında karışıklık çıkmaya başladı ve orada 11 yıla yaklaşan bir iç savaş var. Öyle bir savaş ki kimin kim ile savaştığı belli değil. Biz Suriye’deki karışıklıklar başladıktan sonra şunu söyledik, Suriye’nin bütün komşuları başta Türkiye olmak üzere oradaki karışıklıkların bir an önce sona ermesi sükûnetin adet etmesi, toplumsal huzurun daha fazla bozulmaması için yoğun bir çaba içerisinde olması gerektiğini söyledik. Ve bir çağrıda bulunduk. Dedik ki, oradaki muhalefetin en azından bir kısmının üzerinde Türkiye etkilidir orada da İran’ın etkisi vardır. Bu iki ülke, bölgesel güç olma pozisyonunda olan bu iki güç, Suriye meselesine el atıp sorunları bir an önce bitirsinler. Eğer bitmez ise bu savaş daha fazla sürer ise bunun sonuçları herkesi olumsuz anlamda etkileyecektir. Geldiğimiz noktada bunun net bir şekilde görüldüğünü zannediyorum. Lübnan, Irak, Ürdün, Türkiye ciddi bir şekilde mülteci akınıyla karşı karşıya kaldı. Bundan ekonomik olarak etkilendi. İran, Suriye’deki rejime verdiği destekten dolayı çok ciddi ekonomik sıkıntılar ve aynı zamanda siyasi sıkıntılar çekmeye başladı. Yani herkes bundan olumsuz manada etkilendi ve herkes oraya odaklanırken Mısır’da darbe gerçekleşti. Biz tekrar aynı noktadayız. Diyoruz ki, öncelikle mültecilerin kendi vatanlarına dönebilmeleri için orada huzurun, sükûnetin temin edilmesi noktasında herkes üzerine düşeni yapmalıdır.” dedi.